10 Aralık 1948 tarihinde, Paris’te “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi“ BM Genel Kurulunca kabul edilmiş ve Dünya İnsan Hakları Günü 1948 yılından bu yana her yıl 10 Aralık tarihinde kutlanmaktadır.

İnsan hakları; kişilerin bir toplum veya kültürün mensubu ya da bir hukukî ilişkinin tarafı olarak değil de sadece insan olmak itibariyle sahip oldukları üstün haklardır. İnsan hakları; insanın değerini ve onurunu korur, “insanca” yaşaması için gerekli koşulları ifade eder, insanın insan olmaktan kaynaklanan gereksinimlerini karşılamaya yönelik, maddi ve manevi varlığını korumayı ve geliştirmeyi hedef edinen en temel haklardır. İnsan hakları devlet için bir sınır, kişiler için ise özgürlük ve adalet demektir. İnsan hakları bugün kültürel ve özellikle siyasi hayatta önemli bir rol oynamaktadır ve yarım asrı aşkındır dünya politikasında gündemin önemli bir maddesi olmayı başarmıştır.

İnsanlık onurunu korumayı amaçlayan insan hakları, özgürlükçü siyaset bilimi teorilerine göre, devletin var oluş nedeni olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla, devletin temel görevi insan hak ve özgürlüklerini korumaktır. İnsan hakları ihlali, başta insanlık onuru olmak üzere, insanlığın ve ahlaki değerlerin reddi demektir. İnsan hakları; ahlaki, siyasi, hukuki, dini, kültürel ve toplumsal boyutları olan disiplinlerarası bir kavram olup, tarihsel kökleri de insanlık kadar eskidir. Değişik isim ve formatta bile olsa tarih boyunca insanlar temel hak ve özgürlükleri uğruna mücadeleler vermiş ve 10 Aralık 1948'de Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi'nin (EİHB) BM Genel Kurulu'nca kabul edilmesiyle, bu mücadele kurumsal ve küresel bir yapıya kavuşmuştur.

Geçmişten günümüze kadar dünyada, hukuk ve yönetim alanında meydana gelen olaylar insan hakları açısından birçok gelişmeyi de beraberinde getirmiştir. Amerika kıtasında Virginia Haklar Bildirgesi ile dünya da insan hakları alanında başlayan hareketlenme Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ile zirveye ulaşmıştır. II. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan BM teşkilatı ile birlikte insan hakları kavramı uluslararası sistemin ve hukukun bir parçası olmaya başlamıştır. BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), tavsiye niteliğinde bir belge olmasına rağmen dünya siyaseti ve hukukuna kalıcı olacak şekilde etki etmiştir. İHEB kabul edildiği dönemden sonra yapılmış birçok anayasada, devletlerarası sözleşmede ve küresel ya da bölgesel nitelikli insan hakları ile ilgili belgede referans kaynağı olmuştur.

Türkiye’de insan hakları ile ilgili yaşanan gelişmeler anayasal gelişmelerle birlikte ilerlemiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayarak 1982 Anayasası ile de günümüze kadar gelmiştir.1990 yılında TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun kurulması kurumsallaşma çalışmalarında başlangıç olmuştur. Tüm bu gelişmeler üzerine 20.04.2016 tarih ve 29690 sayılı Resmi Gazete’de 6701 sayılı “Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu” yayınlanarak, “bu Kanunla ve diğer mevzuatla verilen görevleri yerine getirmek ve yetkileri kullanmak üzere, TİHEK (Türkiye İnsan Hakları Ve Eşitlik Kurum) kurulmuştur. TİHEK’in insan haklarının korunması ve geliştirilmesinde rol üstlenebilmesi için öncelikle ulusal alanda daha sonra da uluslararası alanda tanınması gerekmektedir.

Dünya’da ulusal insan hakları kurumları oluşturulurken Paris Prensipleri esas alınmaktadır. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu’nun üye yapısı değerlendirildiğinde toplumun yarısını meydana getiren kadınların kurulda temsil edilme oranının çok düşük düzeyde kaldığı görülmektedir. Çoğulculuğun gereklerinin tam olarak yerine getirilebilmesi için toplumun yarısını oluşturan kadınların aynı oranda da kurulda temsil edilmesi önemli bir gereklilik olarak düşünülmektedir. TİHEK’in kurucu kanunu olan 6701 sayılı Kanunun hazırlanması aşamasında Paris Prensiplerinde yer alan oluşum, bağımsızlık ve çoğulculuk gibi ilkelere tam olarak uyulmadan hazırlandığı görülmektedir. Paris Prensiplerine uyularak yapılacak düzenlemelerin kurumun etkinliğini, etkililiğini, başarısını ve bilinirliğini artıracağı ifade edilebilir.

İnsan hakları dinamik bir kavramdır. İnsan Haklarının kapsamı zaman içinde değişebilmektedir. Düzenlenen yeni uluslararası sözleşmelerle, insan haklarının listesine yeni haklar eklenebilmekte ya da bir hakkın kapsamı, mahkemelerin ya da yargı benzeri yetki kullanan organların içtihatları yoluyla, zaman içinde genişleyebilmektedir.

KADIN HAKLARI KAVRAMI

5 Aralık 1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkı verildi. 5 Aralık 1934 tarihinde “Kadınlara Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı” veren yasanın kabulü ile her yıl “Kadın Hakları Günü” olarak kutlanmaktadır. Kadın hakları kavramı ise; aslında temelde insan hakları kavramına dayanmaktadır. İnsan haklarından söz edilmeyen bir toplumda kadın haklarından bahsedilemez bile. Kaldı ki benim kanaatimce; "insan hakları" kavramı varken, ayrıca "kadın hakları" kavramını yaratmak zorunda kalmak yeterince acı bir durumdur.

“İnsan Hakları” kadar büyük bir realite varken, hakların cinsileştirilmesidir maalesef kadın hakları. Kadın ve erkek var, tersi fizyolojiyle doğduğu halde kadın veya erkek hissedenler var. Ancak unutmayalım ki ortak kesişim kümemiz insan olmak.

Birleşmiş Milletler Kadın Biriminin 2019 istatistiklerine göre; dünya kadınlarının yüzde 30’u partnerleri tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddet gördüklerini ifade ediyor, Türkiye ise %38’lik bir oranla maalesef ki ilk sırada. 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporu’nda Türkiye 153 ülkeden 130. sırada bulunuyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu raporunun verilerine göre, 2020 Ocak ve Şubat aylarında 49, 2018 yılında 440, 2019 yılında 474 kadın erkekler tarafından öldürüldü.

Her ay 39 kadının öldürüldüğü bir ülkede kadın hakları denilince; kadının  can güvenliğinin konuşuluyor olması garipsenmemelidir. Kadınların öldürülmediği, taciz, tecavüz ve mağdur edilmediği, haklarımızı kullanabildiğimiz ve daha fazlasını talep edebildiğimiz günlere!