Emekli Büyükelçi Oğuz Demiralp, “Nobel almayıp da iyi olan yazarlar var. Nobel’in tek başına bir ölçüt olduğu düşüncesinde değilim. Ayrıca bir de son yıllarda Nobel komitesi ile ilgili taciz olayları da açığa çıktı” dedi.
Samsun Üniversitesi Düşünce ve Sanat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSAM), “Öteki Buluşmalar” 2020 Güz Dönemi’ne Dr. Öğretim Üyesi Servet Gündoğdu’nun moderatörlüğünde eleştirmen ve emekli Büyükelçi Oğuz Demiralp’i ağırlayarak başladı. Online bir platform üzerinden gerçekleştirilen programda “Satırlar-Arası Okuma” başlığı altında Demiralp, 2020 Nobel Edebiyat Ödülü’nün Amerikalı şair Louise Glück’e verilmesi, Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk, hakkında çalışmalar yaptığı Ahmet Hamdi Tanpınar, siyaset ve edebiyat, estetik ve etik ilişkisi, ifade özgürlüğü, Türk edebiyatı-Türkçe edebiyat tartışması gibi konularda görüşlerini dile getirdi.
Nobel Edebiyat Ödülü’nün tüm dünyada bilinen bir ödül olduğunu ifade eden Oğuz Demiralp, “Nobel Ödülü’nün maddi bir getirisi var, 1 milyon dolar gibi bir para alıyorsunuz. Nobel’den herkes bahsediyor ama Nobel’i verenler kim, ondan da bahsetmek gerekiyor. İsveç’te edebiyat alanındaki akademisyenler. Ancak aralarında eleştirmen ya da edebiyatçıya benzer alandan birilerini göremedim. Nobel almayıp da iyi olan yazarlar var. Nobel’in tek başına bir ölçüt olduğu düşüncesinde değilim. Ayrıca bir de son yıllarda Nobel komitesi ile ilgili taciz olayları da açığa çıktı. Ben de o dönemlerde T24’te Nobel’i eleştiren bir yazı yazmıştım. Peter Handke’ye bir ödül verilmişti. Ancak kendisi Sırp mezalimini desteklemiş birisidir. Dolayısıyla ben Nobel’i çok destekleyen birisi değilim. Bu sene ödülü alan kişi iyi ve kaliteli bir kadın şairdi. Şairlerin ödül alması iyi bir şey çünkü şiir burjuva ve kitle kültürü tarafından köşeye sıkıştırıldı. Son zamanlarda İsveçli Tomas Tranströmer ve ondan önce de Seamus Heaney ödül almıştı. Onların dışında şair olarak ödül alan birilerini hatırlamıyorum. O bakımdan bir şairin hem de kadın bir şairin ödül alması iyi oldu” diye konuştu.
“Pamuk’un karakterlerin psikolojik derinlikleri üzerine daha fazla gitmesi lazım”
Bir Türk yazar olarak Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü almasına da değinen Demiralp, “Bir Türk yazarın Nobel alması güzel bir şey ve bununla övünmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda devletler ve milletler arasında bir yarışma var. Bir Türk yazarın ödül alması ülkenin ve yazarın ismini duyurması bakımından güzel bir şey. Tabii bir de Orhan Pamuk’a neden Nobel verildi, bu konuya da eğilmek lazım. Nobel’in verilmesinde o dönemki siyasi konjonktür de önemlidir. O dönemdeki Nobel’in genel sekreteri siyasi konulara duyarlı birisiydi. Ayrıca siyasi konularla ilgili olan ülkeler ABD ve İsveç’ti. Siyasi konular da Nobel ödülü verilmesine yansıdı. Orhan Pamuk olmasaydı başka biri olsaydı ödül ona da verilebilirdi. Kendisine Nobel verilmesi Türkçesi ile ilgili değildi. Nobel üyeleri zaten İngilizce metinden okuyor. Orhan Pamuk’un İngilizcesi iyiydi. Bir tartışma programında Orhan Pamuk’un İngilizce ve Türkçe çalışmalarının karşılaştırmasını yapmışlardı. İngilizce çevirilerinin Türkçesinden daha iyi olduğu yönünde bir sonuca varmışlardı. Nobel genel sekreteri ‘Nobel çeviri meselesidir. Çünkü biz İngilizceden okuyoruz’ der. Türkçeyi, hele ki şiiri yabancı dile aktarmak çok zor. Bir de o dönem Türkiye’nin imajı 11 Eylül’den dolayı etkilenmişti. O dönemde Orhan Pamuk da oryantalist bir roman yazdı. Kendisi Beyaz Kale romanında açıkça ‘Batılılar oryantal hikayeleri seviyor, onlar için böyle yazmak gerekir’ der. Konulara yaklaşımı oryantalist. Türk Edebiyatı’nda çok fazla görülmemiş bir şey. Benim Adım Kırmızı romanı ile Umberto Eco’nun Gülün Adı romanına cevap veriyor. Romanlarının yüzde doksanı ailesi ile ilişkileri üzerinedir, romanlarına aile ilişkilerini/anılarını dahil eder. Orhan Pamuk kuşkusuz değerli bir yazarımız ama ben büyütüldüğü kadar olmadığını düşünüyorum. Daha önemli romanlar yazabileceğini düşünüyorum çünkü araştırmacı, titiz, çalışkan bir yazar. Fakat onun da Tanpınar’da ya da Oğuz Atay’da olduğu gibi karakterlerin psikolojik derinlikleri üzerine daha fazla gitmesi lazım” ifadelerini kullandı.
Orhan Pamuk’un ödül almasında Ermeni meselesi ile ilgili konulara değinmesinin etkili olup olmadığı hakkındaki düşüncesini de aktaran Demiralp şunları söyledi:
“Kendisi bir gazeteci ile yaptığı mülakatta kızgınlıkla bir laf söylüyor. Aslında Orhan Pamuk mülakatı bitirmek istiyor fakat gazeteci devam ediyor. Belki de gazeteci Orhan Pamuk git dediğinde gitseydi, o konu gündeme bile gelmeyecekti. Mülakatın tamamı hiçbir zaman Türkçeye çevrilmedi. Mülakatın tamamı okunsaydı, dava açılmayacaktı belki de. Her halükarda ne söylenmiş olursa olsun o davanın kabul edilebilir bir yanı yoktu.”
“Sezai Karakoç Nobel ödülü alabilecek bir şairdir”
Türkiye’den Melih Cevdet Anday, Sezai Karakoç, Ece Ayhan, Oktay Rıfat, Cahit Zarifoğlu gibi isimlerin Nobel ödülü alabilecek şairler ve edebiyatçılar olduğunu ifade eden Demiralp, konuşmasının devamında siyaset, sanat ve edebiyat ilişkisini değerlendirdi. “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Bizdeki düşünce hayatı günlük siyasetin ötesine geçmez. Her entelektüel de kendini peygamber zanneder’ sözünü aktaran Demiralp, “Edebiyatın otonomisi bizde çok oturmamıştır. Aydınların siyasetle ilgilenmeye mecbur hissetmeleri sonucu edebiyatçılar da siyasetle uğraşmışlardır” dedi.
İfade özgürlüğü üzerinden bir değerlendirmede de bulunan Oğuz Demiralp, “Batı-Doğu ikilemini gençliğimde çok hissetmedim. Camiye gitmek, sinemaya gitmek, nezih danslı toplantılara gitmek aynı hayatın bir parçalarıydı benim için. Ben kültürel parçaları hayat içerisinde keşfettim. İfade özgürlüğünün içselleştirilmesi açısından KKTC’yi size örnek verebilirim. Görevim dolayısıyla KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı sık sık ziyaret ederdim. Aynı ortamda bulundukları zamanlarda kendisine muhalefet eden Mehmet Ali Talat ile şakalaşarak birbirlerine en aykırı fikirleri bile söyleyebilirlerdi. Biz de neden böyle bir kültürü benimsemeyelim? Böyle bir kültür Türkiye’yi rahatlatır” şeklinde konuştu.
“Edebiyata dair sınıflandırmalar ihtiyaca göre değişebilir”
Bir süredir devam eden “Edebiyatımıza Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı demek gerekir” tartışmasına da değinen Demiralp bu konuda esnek bir tutum içerisinde olmak gerektiğini, bu tanımlama ve sınıflandırmaların ihtiyaca göre değişebileceğini vurguladı. Eğer yazarın veya eserin dili vurgulanmak istiyorsa Türkçe edebiyat, içinde bulunduğu milletle ilişkisi önemlisiyle Türk edebiyatı, coğrafya bağlamında bir konu tartışılıyorsa Türkiye edebiyatı denilebileceğini ifade eden Demiralp bu konuda kendisinin de belli bir ajandaya göre hareket etmediğini söyledi. Demiralp bu ve bunun gibi edebi polemiklerde esas önemlisinin edebi üslup sorunu olduğunu belirtti ve eleştirmenlerin düşünceleri ne olursa olsun verimli bir tartışma ortamı olması için edebiyat eleştirmenine yakışan bir dille fikirlerini özgürce ifade etmeleri gerektiğini sözlerine ekledi.